Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu, 2017/31619 başvuru numaralı, 23.7.2020 tarihli kararında başvurusunda mağdur olunan bir suç sonucu oluşan gebeliğin sonlandırılması talebinin sürüncemede bırakılması nedeniyle kişinin maddî ve manevî varlığının korunması hakkının ihlal edildiğine karar verdi.  

Olay:

Olay tarihinde 18 yaşından küçük başvurucunun bir devlet hastanesi kadın hastalıkları ve doğum polikliniğinde yapılan muayenesinde 13 h+ 3g gebe olduğu, başvurucunun farklı kişilerle birlikte olduğunu beyan etmesi neticesinde adli ihbarda bulunulmuştur. Başvurucunun ifadesinde; ilk cinsel birlikteliğin zorla gerçekleştiğini, çıplak fotoğraflarının paylaşılmasıyla tehdit edildiğini, gebe olduğunu bilmediğini belirtmiştir. Başvurucu, ŞÖNİM’e teslim edilmiştir.

Başvurucunun anne babası şikayetçi olmuş ve gebeliğin sonlandırılması talebinde bulunmuşlardır.

Savcılık tarafından ŞÖNİM’e müzekkere yazılarak gebeliğin sonlandırılması talebi olduğu, kürtaj işleminin kısa süre içinde gerçekleştirilebileceği ancak bebeğin babasının tespiti için tıbbi işlemden önce savcılığa bildirilmesi ve DNA örneği alınmadan kürtaj işlemine başlanmaması gerektiği bildirilmiştir.

Başvurucunun anne babası, gebeliğin sonlandırılmasına ilişkin savcılığa yaptıkları ilk talepten 3 gün sonra Sulh Ceza Hakimliği’ne de aynı taleple başvurmuş, Sulh Ceza Hakimliği, soruşturmanın Başsavcılık tarafından yürütüldüğü ve bu soruşturma kapsamında savcılığın gebeliğin sonlanlandırılması talebinde bulunabileceği, anne babanın bu talepte bulunma haklarının olmadığı gerekçesi ile talebi usulden reddetmiştir.

Ailenin talebi üzerine Başsavcılık tarafından talep Sulh Ceza Hakimliği’ne gönderilmiş ancak Sulh Ceza Hakimliği reddetmiştir. Red kararının gerekçesi;

  • Gebeliğin sonlandırılmasını isteme hakkı ve tıbbi müdahaleye ilişkin talebin kişiye sıkı sıkıya bağlı bir hak olduğunu, başvurucunun bu yönde bir talebi olmadığını,
  • 2827 sayılı Nüfus Planlaması Hakkında Kanun’un 5. Maddesine göre gebelik süresi on haftadan fazla ise sadece annenin hayatını tehdit ettiği takdirde gebeliğin sonlandırılabileceğinin kabul edildiği,
  • Somut olayda, gebeliğin on haftayı geçtiği, annenin hayatını tehlikeye atan bir durum olup olmadığının veya ceninin anneye fiziksel ve ruhsal bir zarar verip vermediğinin sağlık kuruluşundan alınan bir raporla tespit edilmediği,
  • Anne yönünden sağlık sorunu yaratmadığı veya zorunluluk hali olmadığı sürece gebeliğin sonlandırılmasının ceninin yaşam hakkını ihlal edileceği,
  • 5237 sayılı TCK m.99/6 uyarınca gebeliğin sonlandırılmasına izin verilebilmesi için mağdurun bir suç sonucu gebe kalması gerektiği, cinsel saldırı, cinsel istismar veya reşit olmayanla cinsel ilişki suçu olabileceği ancak reşit olmayanla cinsel ilişki suçu oluşan gebeliklerde bu hükmün uygulanıp uygulamayacağı konusunun belirsiz olduğu, somut olayda, mağdurun henüz hangi suçtan mağdur olduğunun tespit edilmediği belirtilmiştir.

Başvurucu, Başsavcılığa yaşı ve psikolojik durumu nedeniyle bebeği doğurmak istemediğini, gebeliğin sonlandırılmasının hayatını tehlikeye sokup sokmayacağı hususunda rapor aldırılmasını talep ettiğini belirten bir dilekçe sunmuştur. Savcılık talebi Sulh Ceza Hakimliği’ne iletmiş ise de Hakimlik önceki kararının yanında, başvurucunun ve ailenin birlikte bir başvurusunun olmadığı gerekçesiyle yeniden reddetmiştir. Başvurucu vekili tarafından aynı taleple yeniden başvuru yapılmıştır.

Savcılık tarafından Mersin Üniversitesi Adli Tıp Anabilim Dalı’ndan rapor düzenlenmesi talep edilmiştir. Raporda; annenin hayatını tehlikeye atan normal gebelik komplikasyonları gelişebileceği, gebeliğin sonlandırılmasının hem anne hem de ceninin tıbbî yararına olacağı belirtilmiştir.

Sulh Ceza Hakimliği, alınan raporun yeterince ayrıntılı düzenlenmediği gerekçesiyle gebeliğin sonlandırılması talebini reddetmiş, itiraz üzerine bu karar kesinleşmiştir.

Başsavcılık bu kez Sulh Hukuk Mahkemesine gebeliğin sonlandırılmasına ilişkin karar verilmesi talebinde bulunmuştur. Sulh Hukuk Mahkemesi, Sulh Ceza Mahkemesinin görevli ve yetkili olduğunu belirterek reddetmiştir. Sulh Ceza Hakimliği, bu konuda daha önce karar verilip kesinleştiği bu sebeple karar verilmesine yer olmadığı kararı vermiştir.

Başvurucu vekili bu karara karşı kanun yararına bozma yoluna başvurmuş ve Yargıtay, 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu’nun 5. Maddesine göre sağlık tedbiri uygulanmasının sulh ceza hakimliğinin görevi kapsamında olduğunu belirterek bozma talebini yerinde görmüştür.

İddia:

Başvurucu, 28.07.2017 tarihinde; isteği dışında meydana gelen gebeliğin sonlandırılması için yargı mercilerine yaptığı başvuruların kabul edilmediğini ve gebeliğe katlanmak zorunda bırakıldığını belirterek maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğini, mevzuatın yetersiz ve belirsiz olduğunu, bu durumun uygulamada suç mağduru kadınların yasal kürtaj hakkını kullanmasını imkansız hale getiridiğini belirterek bireysel başvuruda bulunmuştur.

Anayasa Mahkemesi’nin Değerlendirmesi ve Kararı:

Anayasa Mahkemesi TCK m.99/6 çerçevesinde suç sonucu oluşan ve on hafta ile yirmi hafta arasındaki gebeliklerin sonlandırılması kararının usulüyle ilgili ve kararı alacak merciye ilişkin yasal çerçeve hakkında Sağlık Bakanlığı Hukuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü’ne görüş sormuş, bu konuda bir düzenleme olmadığı cevabı alınmıştır.

“… Hassas ahlaki, etik ve dini tartışmaların söz konusu olduğu gebeliğin sonlandırılmasına ilişkin düzenlemeler bakımından kanun koyucunun geniş bir takdir yetkisinin bulunduğu kabul edilmelidir. Anayasa gebeliğin sonlandırılmasına dair kişilere açık bir hak tanımamış ise de kanun koyucunun böyle bir hakkı düzenlemiş olması halinde bu hakkın Anayasa’nın 17. Maddesi kapsamında etkili bir şekilde kullanabilmesi gerekir.”

AYM, somut olayda, kanun ile öngörülmüş gebeliğin sonlandırılması imkanına erişememe durumunun söz konusu olduğunu ve gebeliğin sonlandırılması talebinin sürüncemede bırakılmasının ve neticede buna izin verilmemesinin kişinin maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkına yönelik bir müdahale niteliğinde olduğunu belirtmiştir.

AYM, TCK m.99/6’nın uygulanmasında karar verecek merciye ilişkin düzenleme olmadığını ancak somut olay bakımından; 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu kapsamında suç mağduru çocuğun korunmaya muhtaç çocuk tanımı içinde olduğunu ve sağlık tedbiri dahil olmak üzere koruyucu ve destekleyici tedbir kararının hangi merciler tarafından verileceğinin kanunda düzenlendiğini belirtmiştir.

Olaydaki şartlar bütün olarak değerlendirildiğinde mümkün olan en kısa sürede verilmesi gereken karar, zaman faktörünün kritik öneme sahip olduğu yaklaşık iki aylık sürede bir türlü verilememiştir. Yargı makamlarının tutumu başvurucunun gebeliğin sonlandırılması imkânına erişmesini imkânsız kılmış ve başvurucuya aşırı bir külfet yüklemiştir. Bu durum söz konusu adil dengenin başvurucu aleyhine bozulmasına yol açmış, başvurucunun maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkına yapılan müdahalenin orantısız olması sonucunu doğurmuştur.”

AYM, somut olayda ihlalin tespit edilmesi başvurucunun uğradığı zararların giderilmesi bakımından yetersiz olduğunu, dolayısıyla eski hâle getirme kuralı çerçevesinde ihlalin bütün sonuçlarıyla ortadan kaldırılabilmesi için kişinin maddi ve manevi varlığının korunması hakkı ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 100.000 TL manevi tazminat ödenmesine hükmetmiştir.