Canlıların temel gereksinimlerinden biri olarak gösterilen iletişim konusu, psikolojik ve sosyal yönü ile giderek daha fazla üzerinde durulan bir konu olmaktadır. Giderek artan sanayileşme ile ilgili handikapların giderilmeye çalışılması çabası yanı sıra birçok sektörde uygulamaların mükemmelleştirilmesinde iletişim becerileri vazgeçilmez bir unsur olarak yerini almıştır. Bu nedenle de konu bilimsel olarak ele alınmaktadır. Günümüzde iletişim konusu, başarı hedefleri açısından çok önemli bir enstrüman, strateji olarak kabul edilmiştir.
İletişimin kurulduğu taraflar arasındaki farklılıklar gibi değişkenlere göre özelleşen iletişim modelleri tanımlanmaktadır. “Hasta-Hekim” ilişkisinin temelini oluşturan iletişim şekli de özellikle dikkat çekicidir. Kutsal olarak da görülen bir ilişkinin oldukça özel bir iletişimle sağlanması elbette sürpriz olmayacaktır. Bu iletişimde insani faktörler, kişisel beceriler “tıbbi kazalar” olarak tanımlanan felaketlerin ya da birçok kahramanlık öyküsünün temelini oluşturmaktadır. Bu nedenle sağlık sektöründe tıbbi uygulamalarla ilgili teknik bilgiler yanı sıra iletişim becerileri kazandırılması günümüzde öne çıkan bir akım olarak dikkat çekmektedir.
Yasalarla güvence altına alınan hekim-hasta iletişimi konusunun önemi, yalnızca sağaltım ile ilgili başarı beklentilerinden kaynaklanmamaktadır. Konu aynı zamanda suistimale açık tıbbi uygulamalar konusunda kişilerin anayasal güvence altında olan haklarının korunmasının bir güvencesidir. Bu iletişim şeklinin, niteliksel ve niceliksel olarak belgelendirilmesi zorunluluğu, daha çok hasta haklarının güvence altına alınması gereksinimden doğmakta olup, hekim sorumlulukları kapsamına alınmıştır.


İletişim


İletişim; gerçeklerin, hislerin, düşüncelerin karşılıklı alışverişi, kişileri birbirine bağlayan bir süreç olarak tanımlanabilir. Bu süreçte çeşitli bilgi ve iletilerin aktarılması, anlama, duyma, duyurma, düşünme ve düşündürme, bilgi alma ve bilgi verme, insanların birbirlerini anlayabilmesi için aralarında oluşturdukları duygu, düşünce, bir haber ya da bilgi alışverişi, iki birim arasında birbiriyle ilişkili mesaj alışverişi gerçekleşir. İletişim kavramı genel anlamıyla, insanlar arasında duygu, düşünce ve bilgilerin her türlü yolla başkalarına bildirimi olarak tanımlanmaktadır. Tüm yaşamı boyunca, psikolojik olarak insanın, varlığını bildirmek ve varlığının farkındalığının kendisine bildirilmesi ihtiyacı vardır. Bu ihtiyaç içindeki insan, sözlü veya sözsüz çeşitli iletişim yollarına kaçınılmaz olarak başvurur. Her türlü iletişim insanın psikolojik gereksinmelerinin sonucudur. Kendisini tanıması, tanıtması ve yanıt alarak kendini değerlendirmesinde bu iletişim süreçleri önemli rol oynar. Kişiler arası iletişimle ilgili olarak yapılan tanımların buluştuğu nokta bu iletişimin psikolojik nitelikli bir bilgi alışverişi olduğu yolundadır. Evrim merdiveninin en üst basamağını işgal eden, en evrimleşmiş hayvan olarak tanıdığımız insan, jest ve mimikleri en iyi kullanan, gelişmiş refleks ve içgüdülerinin yanında dili de içine alan çok karmaşık öğrenilmiş davranışlarla iletişim yapan yegane varlıktır.

İletişimin Amacı Nedir?


İnsanların birbirleriyle iletişim içinde olmalarının ana amacı temel bazı gereksinimlerini gidermektir. İnsan iletişim sisteminin etkinliği bireylerin kendileri hakkındaki bilgilerini anlama, düzeltme ve dolayısıyla davranışlarına rehberlik etmede de yardımcıdır.
İletişim tarihi, insanlık tarihi kadar eskidir. İnsanın var olması ile ortaya çıkan iletişim olgusunun temelinde, paylaşma ihtiyacının giderilmesi gerçeği yatmaktadır. İlk çağ insanının bir av öyküsünü başkalarına anlatmak için mağara duvarlarına çizdiği resimler, başarılı geçen bir avdan sonra ateşin çevresinde yapılan danslar, komşu kabilelerle haberleşmek için belki de yeni reisin seçiminden duyulan mutluluğu paylaşmak amacıyla göğe gönderilen renkli dumanlar, gemicilere yol gösteren fenerler, ressamın tuvaline yansıttığı renkler ve çizgiler, bestecinin notalarla kurduğu ortaklığın neticesinde doğan besteler, sinemacının fikrini belgeleyen filmleri, balerinin duygularını yansıttığı hareketleri, pandomimcinin biraz da esrar perdesiyle gölgelendirdiği jest ve mimikleri; hepsi, paylaşma ihtiyacının giderilmesi için başvurulan iletişim yollarıdır. (1,2)
Yaşamak da başlı başına iletişim faaliyetlerini kapsayan bir olgudur. Doğduğumuz andan itibaren çevremizle sürekli iletişim, etkileşim içine gireriz. Bilinçsizce çevremizi etkilemeye, değiştirmeye; yine bilinçsizce etkilenmeye, değişerek çevremize uyarlanmaya başlarız. Bu çift yönlü etkileşim, hayat boyu sürer gider. Yaşadığımız sürece zekamızı, kültür ve birikimimizi, kişiliğimizi iletişim alışkanlıklarımız ve iletişim çabalarımızla ortaya koyarız. Duygu ve düşüncelerimizi başkalarıyla yine iletişim yoluyla paylaşırız. Anlamak, anlatmak, öğrenmek, başkalarına ulaşabilmek için de iletişime başvururuz. Denilebilir ki iletişim, beşikten mezara kadar hep bizimledir ve bizim için hava kadar hayatî bir ihtiyaçtır. İletişimi, temel prensibi paylaşım, etkileşim ve ortaklık kurmak olan, çeşitli semboller ve araçlarla dünyayı daha yaşanılır kılan, ileti alışverişine dayalı sosyal bir süreçtir diye de tanımlayabiliriz. İnsanoğlu, var olduğu günden bugüne dek iletişim kurmak için çeşitli araçlara başvurmuştur. Kendi gelişimine paralel olarak kullandığı araçlar da gelişmiş; sürekli gelişen iletişim araçları birbirini tamamlamış; ancak birisi, diğerinin yerini alamamıştır. İletişimin en yalın, en ilkel araçlarından biri kabul edilen işaretlere, kelimelere dayalı olan yazı ve konuşma dilinin yanı sıra, beden dili ile sözsüz anlatımlar (jestler, mimikler, dokunma, cevap vermeme, sessiz kalma gibi davranış ve tutumlar; dans, resim, v.b.) da yüzyıllar boyunca kullanıla gelmiştir(2,3).

Hasta-hekim iletişimi

Sağlık iletişimi ise, gelişmiş ülkelerde uzun yıllardan beri tartışılan bir disiplindir. Hasta-hekim iletişiminin ele alındığı kişilerarası iletişim; sağlık kuruluşlarının hedef kitlelerini kendilerine çekmek amacıyla yaptığı uygulamalar veya sağlıkla ilgili kurumların gerçekleştirdikleri bilgilendirme çabaları bu disiplin içerisinde yerini bulmaktadır. Ülkemiz açısından ise “sağlık iletişimi” ve elbette ki sağlığın kendisi de artık daha fazla önem kazanmakta ve yaşamımızın her kesitinde bir şekilde bizi “sağlık iletişimi” ile baş başa bırakmaktadır. Sağlık iletişimi konusunda ülkemizde artan bilgi ihtiyacına ve sağlık iletişimi kavramının bilimsel bir disiplin olarak yerleşmesine katkıda bulunmakta fazlasıyla önem kazanmaktadır. Hastalarla etkin bir iletişimde;

■ Hekim ve hasta ikilisinin bulunduğu ortamda hastaya, sorular sorulmalı ve bazı açıklamalar yapılmalıdır.

■ Tıbbi terimler kullanılması gerekiyorsa, bunlar hastaya anlayacağı dilde iletilmelidir.

■ İletişim sırasında ısı, ışık, havalandırma vs. dikkate alınmalıdır.

■ Rutin işler sırasında iletişimin kopabileceği dikkate alınmalı ve geri-bildirimden yararlanılmalıdır.

■ Servisin devamlı ve yoğun atmosferinin hastayı yoracağı ve iletişimi etkileyeceği bilinmelidir.

■ Servisteki diğer sağlık ekibi elemanları ile iyi ilişkiler kurulmalıdır. Olumsuz etkileşimlerin hasta üzerinde “güvensizlik” yaratacağı unutulmamalıdır.

■ Hasta ailesi de iletişim zincirine alınarak, onların da hasta bakımına katılımı sağlanmalıdır.

■  Hastaya ön yargısız bir yaklaşımda bulunulmalıdır.

■ Hastanın kendi bakımı ile ilgili alınacak kararlarda işbirliği yapması desteklenmelidir.

Terapötik bir iletişim için nelere dikkat edilmelidir?

Dinamik, akıcı, devamlı ve değişken bir süreç olan iletişimin oluşabilmesi için kaynak, kanal, mesaj ve alıcı gibi öğelerin olması gerekmektedir. Hekimler,  mesleksel ve kişisel yaşamlarında başarılı olabilmeleri için iletişim bilgi ve becerisine sahip olmalı, kendilerinin, diğerlerinin ve kültürel farklılıkların, hastane ortamının iletişimdeki etkisinin önemini kavramalıdırlar(4,5).

Günümüzde sağlık, sosyal gelişmenin temel  bir  öğesi  olarak kabul edilmektedir.  Kişi başına düşen ulusal gelir ve dağılımı, sanayileşme ve istihdam düzeyi, eğitim ve sağlık gibi birçok sosyoekonomik ve kültürel göstergelerle açıklanan “kalkınma” günümüzde başlıca eğitim ve sağlık göstergeleri ile açıklanmaktadır. Ülkenin gelirinin yüksek olmasının veya çok mal tüketmesinin gelişmişlik göstergesi olarak yeterli olmadığının farkına varılmış, eğitim ve sağlık sorunlarını çözebilmiş ülkelerin “kalkınmış” ülke oldukları kabul edilmeye başlanmıştır. (Avrupa Birliği Amsterdam Belgesi, Madde 152)

Dünya Sağlık Örgütü, ülkelerin “21. Yüzyılda Herkese Sağlık Hedefleri”ne ulaşabilmeleri için kendi önceliklerini saptayarak, acil eylem planı yapmaları ve bu planları düzenlerken aşağıdaki temel ilkeleri göz önünde bulundurmaları kararını almıştır:

1-Sağlık sosyal gelişmenin temel öğesidir.

2-Sağlıkta eşitlik ve bütünlüğe özen gösterilmelidir.

3-Sağlığın geliştirilmesi insan odaklı olmalıdır.

4-Gelişmeler bilimsel yöntemlerle değerlendirilmeli ve izlenmelidir.

5-Sağlığın bütün yaşam boyunca sürekliliği sağlanmalıdır.

Sağlıklı yaşam insanların en doğal hakkıdır ve bu husus Anayasa’nın 56. Maddesiyle de teminat altına alınmıştır.

Dünya Sağlık Örgütü’ne göre sağlık sistemi, herkese gerekli olan sağlık hizmetinin yüksek kalitede verilmesini sağlamalıdır. Bu hizmet etkili, karşılanabilir fiyatta ve sosyal kabul gören tarzda olmalıdır. Her ülke sağlık sistemini planlarken bu faktörleri göz önünde tutarak kendisi geliştirmelidir.

Hekimlik Mesleği:

Bilinen en eski mesleklerden biri olan hekimlik, insanların acılarını hafifletme ve rahatsızlıklarını iyileştirme özellikleriyle kutsallık atfedilen bir meslektir. Öte yandan insanlarla en zor günlerinde kurulan yakın ilişki ve sırdaşlık, hekimleri en eski zamanlardan bugüne saygın bir konumda getirmiştir.

Tıp fakültelerinde hekimlikle ilgili bilgiler öğretilirken ”deontoloji” adı ile meslek ahlakının öğretilmesi belki de hekimlerin ayrıcalıklı sebebiyledir. Çünkü insanlar tarafından böyle bilgece bir rol verilen meslek sahiplerinin “etik”le kendini kontrol etmesi beklenir.

Hekimlik mesleğinin teknik bilgilerinin öğrenildiği üniversitede farkında olmadan roller ve davranış modelleri de öğrenilir. Üniversite hastanelerinde hastalar yalnız hasta değil aynı zamanda eğitim aracıdırlar. Bu durum, çok sık sorgulanmaktan ve stajyer doktorlar tarafından olur olmaz muayene edilmekten bunalan hastalara zaman zaman hatırlatılır. Tıp öğrencisi o hastanenin hasta için değil, kendisi için olduğunu düşünmeye başlar. Bu yanlış mesaj fark edilemeyen bir zihinsel model haline gelmişse meslek hayatındaki pek çok olumsuzluğun temeli atılmış demektir (6,7).

Hekim –Hasta İlişkisi:

İki şeyi aklından çıkarma denir. Yardım etmeyi ya da en azından zarar vermemeyi. Bu tedavi sanatının üç bileşeni vardır: hastalık, hasta ve hekim. Hekim bu sanatın hizmetkarıdır. Hasta ise hastalıkla mücadelede hekimle işbirliği yapmalıdır.  

                                                                          – Hipokrat,Salgın Hastalıklar,1:11

Tedavi eden ile hasta kişi arasındaki özel ilişki tıbbın başlangıcı ve kalbidir. Bu ilişki, insanlık tarihindeki en dikkate değer ve en muhteşem sosyal ilişkidir. Birbirine yabancı iki insan gözlerden uzak bir araya gelirler. Hastalığın verdiği acıyı, birbirlerine bağımlı olmayı, hastalık konusundaki fikirlerini ve yaklaşımlarını paylaşır ve çoğunlukla da maddi alışverişte bulunurlar. Yine de taraflar mahremiyet senedini –sanal imzayla da olsa- imzalamak ve en büyük korkularla, en derin isteklerle, en güzel umutlarla birlikte en kişisel ve en hassas bilgilerin paylaşıldığı bu ortama güvenmek zorundadırlar. Bu ilişki yürüdüğünde olağanüstü iyileştirme gücünü kendiliğinden içinde barındırmaya başlar. Örneğin bir doktorun ya da hemşirenin gelmesiyle, akut bir hastalık karşısında yaşanan paniğin yerini alan rahatlama ya da uzun soluklu bir tedavi süresince şüphenin yerini alan güven duygusu ya da dayanılmaz acıya tahammül etme gücü gibi. Modern teknoloji, hasta ile hekim arasındaki iletişimi ve güveni sağlamlaştırmaya katkı sağlamaktadır. Hastalık ve tedavi hakkındaki bilgiye anında ulaşılan internet çağı da, bu iki kişi arasındaki diyalogu zenginleştirerek birbirlerini anlamalarını sağlar.

Bu benzersiz ilişkinin enerjisi ve canlandırıcı gücü hemen hissedilir ve birçok tedavi geleneğinde bir değer olarak yerini korur. Buna rağmen istenmeyen sonuçlara yol açabilen istismarlara da olanak sağlar. Florance Nightingale’e göre hekimlik, “insanı hem melek hem de şeytana çevirebilen bir meslektir.” Modern bilimsel tıbbın gelişmesi ve paranın bu ilişki içine girmesiyle, bu insani etkileşimdeki dikkate değer güzelliğin temelleri sarsılmıştır.

Bugünün hekim-hasta ilişkisi, hekimin hastanın çıkarlarına bağlı kalmasıyla iyi niyetini korurken, kullanılan terimler daha mesafeli, daha karmaşık ve daha az samimi bir ilişkiyi tarif etmeye başlamıştır. Bilimsel tıp, hiçbir ilişkiyi dikkate almaksızın yürüyen moleküler mekanizmalara, özel tedavilere ve cerrahi müdahalelere dayanmaktadır. Hekim, uzmanlığıyla bir tarafta, hasta ise diğer tarafta yer alır. Bilimsel tıp, teoride, insani ilişkilere duyulan ihtiyacı azaltmalıdır; pratikte ise ilişkinin zayıflatılması hem hekimin hem de hastanın aleyhine olabilir.

Tedavi yöntemleri geliştikçe, hastalığa yakalanma ihtimali arttıkça, hastalık ve sağlık kavramları önem kazandıkça, hasta kişi ile tedavi eden arasındaki karşılıklı iletişim ve anlayış ihtiyacı da artar. Tam da bu yüzden hekim ve hasta ilişkisi yerini hizmet veren ve müşteri ilişkisine bırakmamalıdır. Bu terimler derin anlamlarla yüklüdür. Hem hekim hem de hasta, bu ilişkiyi her bir taraf için zenginleştirmek amacıyla, ilişkinin içsel değerine saygı göstermek zorundadır. Dünyadaki hiçbir teknoloji bu gerçeği değiştiremez.

Ülkemizde ise günümüzde hasta ve hekim ilişkisinde bazı sorunlar ve deformasyonlar vardır. Bunlar tamamen hekim kaynaklı ya da sağlığın özelleştirilmesi gibi sorunlarla ile ilgili değildir. Bir tarafta hasta tarafından tababete karşı güvensizlik belirmektedir. Bunun haklı bazı nedenleri vardır. Endikasyon çarpıtmalarından tutun, basınla sıkı fıkılık silahı-ki birçok kez ters tepip tıp basına malzeme olabilmektedir. Diğer taraftan sosyal yaşamdaki genel değişim vardır, hekim imajını değiştiren. Günümüzde okumuşluk derecesiyle başarı eskiden olduğu kadar ilişkilendirilmemektedir. Hekim de “okumuş insan” olarak artık eski itibarına sahip değildir. Öte yandan sağlık hizmetinin parayla satın alınan herhangi bir şey olarak algılanması sonucu, hekim-hasta ilişkisi de bir tüketim metası olarak görülmeye başlamıştır. Buna paralel bir şekilde de hasta ve hekim iletişiminde “iletişim kazaları” ile sıklıkla karşılaşılabilmektedir.(8)

2007 yılında ülkemizde yapılan bilimsel bir çalışmada (11), doktora başvuran kişilerin yaklaşık yarısının doktorlardan memnun olmadıkları saptanmıştır. Kişiler kuşkusuz hekimden doğru teşhis koymasını beklemekte ve bu durumdan memnun olmaktadırlar; ancak memnun olmayı sağlayan diğer nedenler ve memnuniyetsizlik nedenleri incelendiğinde doktorların iletişim becerilerinin ne kadar önemli olduğu anlaşılmaktadır. Hasta memnuniyetinin doktor daha az baskın olup iyi ilişki kurduğunda; konuşmaları tek yönlü değil karşılıklı sürdürdüğünde ve hastayı karar alma sürecine kattığında; yakınlık belirten ama mahremiyeti ihlal etmeyen sözsüz mesajlar verdiğinde ve açıklama yaptığında daha yüksek olduğu gözlenmiştir(9,10).

Hekimlerden memnuniyetin ileri yaşlarda daha yüksek olması, bu yaşlardaki kişilerin genelde kronik hastalıklar nedeniyle doktora başvurmaları ve rutin tedavi düzenine göre sağlık hizmetinden yararlanmalarıyla ilişkili olabilir. Ayrıca yaş ilerledikçe doktordan beklenti de azalıyor olabilir.

Hekimden memnuniyet ve memnuniyetsizlik nedenleri göz önünde bulundurulduğunda, geçtiğimiz yıllarda tıp fakültelerinin eğitim programlarına iletişim konulu derslerin konulması yönündeki girişimlerin yerinde olduğu düşünülmektedir. Ancak ülkemizde birkaç tıp fakültesinde  (Adnan Menderes, Dokuz Eylül, Pamukkale, Marmara) verilen bu eğitimlerin tüm tıp fakültelerine yaygınlaştırılması ve mezuniyet sonrası uzmanlık eğitimi içine alınması yararlı olacaktır (9,11).

Dr. Yorulmaz tarafından 2006 yılında yapılan kapsamlı bir tez çalışması ise (12); 1999-2003 yılları arasındaki 5 yıllık dönemde İstanbul Tabip Odası Hekimlik Uygulama Bürosu’na kabul edilen dosyalar üzerinde geriye dönük olarak gerçekleştirilmiştir. İlgili mevzuat doğrultusunda incelemeye alınan 36 başlık altındaki başvurular derlenmiştir.

Bu çalışmada, hekimlerle ilgili 1280 olgudan 189’unda deontolojiye aykırı davranmak, 478’inde mevzuata aykırı davranmak, 129’unda haksız çıkar sağlamak ve 484’ünde hasta haklarını ihlal etmek iddiası bulunmakta idi. 344 olgunun ise tıbbi hata ve/veya ihmal iddiası ile başvurduğu saptandı. Bu olguların 78’inde iddianın sabit bulunduğu belirlendi. Cerrahi dallarda daha fazla olgu bulunduğu görüldü. İddia sabit bulunan olgularda erkek hekimler çoğunlukta iken mağdurların daha çok kadın olduğu belirlendi. Başvuruların önemli bir kısmının özel hastanelerde çalışan hekimlerle ilgili olduğu saptandı.

Haklarında tıbbi hata ve/veya ihmal kararı verilen hekimlerin 60’ının erkek 18’inin kadın olması dikkat çekici bulunmuştur. İstanbul Tabip Odası’na kayıtlı hekimlerin %61’ini erkek hekimler oluşturmaktadır. Buna karşılık disiplin cezası alan erkek hekimlerin oranı %77 dir. Odaya kayıtlı kadın hekimlerin oranı %39 dur. Disiplin cezası alan kadın hekimlerin oranı ise ancak %23 olarak belirlenmiştir. Yine men cezası alan kadın hekimlerin oranının belirgin düzeyde düşük olduğu saptanmıştır. Tıbbi uygulamalarda becerileri mükemmele eriştirmede, konunun insani yönü unutulmamalıdır.

En sık rastlanan şikâyet nedenlerinden birisi de yetersiz iletişimdir.  Hekim-hasta ilişkisi tıbbi uygulama hatalarının omurgasını oluşturmaktadır. Hekimin hasta ile karşılaşmasından itibaren, anamnez, tanı, tedavi ve izlem aşamalarında kurulan ilişki, süreci belirlemektedir. Hastaların tıbbi tavsiyelere uymamalarının birçok nedeni vardır.  En başta gelenleri, yanlış anlaşılma, kızma, korku ve kontrol kaybıdır.  Bu hastalar potansiyel olarak sağlıklarını bu şekilde davranarak riske attıklarından, hekim ve diğer sağlık personeli tarafından zamanında yeterli iletişim kurulması, güvence verilmesi, arkadaşlarının ve akrabalarının bu durumlarda devreye sokulması, tavsiyelere uymalarında önemli rol oynamaktadır. Tüm bunlar iletişim becerisinin üst düzeyde olmasını gerektirmektedir. 2002 yılında Surgery dergisinde yayınlanan bir araştırmada oldukça ilgi çekici bir konu ele alınmıştır. Hekimlerin ses tonlarının ihmal iddialarının ortaya çıkmasında ne kadar önemli olduğu gösterilmiştir. Ses tonları daha sıcak ve flu olan ve de ses tonlarından endişeli oldukları sezilen hekimlerin haklarında ihmal iddiası oranı %50 daha azdır. Sesleri gür, baskın olanlarda ise oran %2.74 daha fazladır. Bu çarpıcı bulgunun sadece ses tonunun dominantlığı ile ilgili olduğu düşünülmemektedir. Hekimlerin cinsiyeti malpraktis sonucunu doğuran bir parametre değildir. Erkek hekimlerin daha az bilgili ya da yetenekli olduğu söylenemez. Ancak olumlu hasta hekim ilişkisi, iddiaların ve istenmeyen sonuçların oranını azaltmaktadır. Amerika’da yapılan iki ayrı çalışmada, eğitimle ilgili çabaların, sertifika programlarının, iddiaları azalttığı belirlenirken, hekimin erkek olmasının iddialar açısından bir risk faktörü olduğu belirtilmektedir. Sonuç olarak kadın hekimlerin iletişim becerileri konusunda daha başarılı oldukları söylenebilir.

Çalışmada, tıbbi hata ve/veya ihmal saptanan dosyalarda, hekimlerin cinsiyet oranlarının tersine, mağdurlardan %39,7’sinin erkek, %60’ının kadın olduğu belirlenmiştir. Bu sonuç adli tıp uzmanlarının adli olguları kapsayan araştırmalarında sık rastlanmayan bir durumdur. Türkiye’nin sosyo-ekonomik düzeyi ile ilgili olarak, çoğunlukla erkek olgular ön plandadır. İsveç’te yapılan bir araştırmada, kadınların erkeklerden daha fazla malpraktis şikâyetinde bulundukları belirlenmiştir. Ancak bu iddiaların erkeklerin şikâyetlerine göre çok daha yüksek oranda doğru olduğu, kararlardan saptanmıştır. Bu sonuç kadınların daha kötü şartlarda tıbbi hizmetlerden yararlandıkları konusundaki diğer bulgularla uyumludur. Türkiye’de de bu konuda daha fazla araştırma yapılması oldukça faydalı olacaktır. Jinekolojik problemler, meme kanseri gibi ilave riskler daha fazla iddia oranını açıklayabilir. Ancak daha fazla tıbbi uygulama hatası, mutlaka gözden geçirilmesi gereken bir konu olarak düşünülmelidir.   

Dr. Eda YORULMAZ
Biyokimya ve Klinik Biyokimya Uzmanı

Yorulmaz Medikolegal Mesul Müdürü