ANAYASA MAHKEMESİ KARARI
Esas: 2016/ 6776
Karar: 2020 /
Karar Tarihi: 16.01.2020
RGT: 25.02.2020
RG NO: 31050
BAŞVURUNUN KONUSU
Başvuru, tıbbi ihmal sonucu zarara uğranılması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
BAŞVURU SÜRECİ
Başvuru 7/4/2016 tarihinde yapılmıştır.
Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.
Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir.
Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
Birinci başvurucu diğer başvurucuların müşterek çocuğudur. Olay tarihinde dokuz yaşında olan birinci başvurucuya, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinin Çocuk Acil Polikliniğinde 9/2/2006 tarihinde enjeksiyonla ağrı kesici ilaç verilmiştir.
Anılan tıbbi müdahaleden hemen sonra birinci başvurucu sol ayağının üzerine basamama ve ayakta hissizlik meydana gelmesi nedeniyle başvurucular enjeksiyonun yapıldığı yer olan Çocuk Acil Polikliniğine müracaat etmişlerdir.
Yapılan muayenelerden sonra birinci başvurucu, düşük ayak teşhisiyle aynı hastanenin Fizik ve Rehabilitasyon merkezinde yatılı olarak tedavi görmüştür. On beş günlük tedavi sonrasında belirgin bir iyileşme olmadığından tedaviye son verilmiştir.
Zararlarının tazmini için idareye yaptıkları başvuruya olumsuz cevap alan başvurucular, 24/5/5007 tarihinde İzmir 4. İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmışlardır. Dava dilekçesinde; hatalı tıbbi müdahale sonucu birinci başvurucunun sakat kaldığı, ağrılar nedeniyle sinir krizleri geçirdiği, çocuklarının küçük yaşta sakat kalması ve tedavi sürecinde yaşadıkları zorluklar nedeniyle anne ve babanın da psikolojilerinin bozulduğu ve tedavi masraflarını ödemek zorunda kaldıkları belirtilerek maddi ve manevi zararların tazmini talep edilmiştir.
Yargılama sürecinde Adli Tıp Kurumu (ATK) tarafından hazırlanan 25/9/2009 tarihli raporda; birinci başvurucunun sol ayağında oluşan güçsüzlüğün enjeksiyon nöropatisi ile uyumlu olduğu, olay tarihli epikrizde enjeksiyon bölgesinin sol dış kadran olduğu yönünde kayıt olduğu dikkate alındığında, enjeksiyonun bu bölgeden yapılmasının genel tebabet kuralları içinde olduğu vurgulanmıştır.
Sonuç olarak başvurucuda gelişen rahatsızlığın komplikasyon olarak kabul edilmesi gerektiği ve idarede yapılan işlemlerin tıp kurallarına uygun olduğu belirtilmiştir.
İzmir 4. İdare Mahkemesi 2/10/2009 tarihinde bilirkişi raporunu hükme esas alarak davanın reddine oyçokluğuyla karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; bilirkişi raporunun yerinde olduğu, rapora itiraz nedenlerinin haklı olmadığı vurgulandıktan sonra başvurucuya yapılan enjeksiyon sonrası gelişen sakatlıkta idarenin bir kusurunun olmadığı sonucuna varılmıştır.
Karşı oy görüşünde, başvurucunun rapordaki “sol ayak parmak ucunda dikelebildiği, uyuşukluğun düzeldiği” şeklindeki tespitin gerçeği yansıtmadığı yönündeki itirazlarının karşılanması için yeniden bilirkişi raporu alınması gerektiği belirtilmiştir.
Başvurucular; bilirkişi raporunun yeterli olmadığını, rapora itirazlarının değerlendirilmediğini, ayrıca iğne yapılmadan önce olası riskler konusunda bilgilendirilmediklerini ve tedavi için rızalarının alınmadığını belirterek anılan karara karşı temyiz kanun yoluna başvurmuşlardır.
Danıştay Onbeşinci Dairesi 3/6/2014 tarihinde, reddedilen tazminat üzerinden nisbi vekalet ücretine hükmedilmesine ilişkin kısmın bozulmasına, diğer kısımların usul ve hukuka uygun olması nedeniyle onanmasına karar vermiştir. Başvurucuların karar düzeltme talebi aynı Dairenin 21/1/2016 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
Nihai karar 8/3/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir.
Başvurucular, 7/4/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
Ayrıca UYAP üzerinden yapılan incelemede; başvurucuların şikayeti üzerine birinci başvurucuya tıbbi müdahaleyi yapan doktor ve hemşire hakkında nitelikli taksirle yaralama suçundan İzmir 25. Asliye Ceza Mahkemesinde ceza davası açıldığı, ancak İstanbul 3. Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulu’nun 13/2/2015 tarihli raporu esas alınarak suçun unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle beraat kararı verildiği anlaşılmıştır.
Anılan karar, kanun yolu incelemesinden geçerek kesinleşmiştir. Sözü edilen bilirkişi raporunda; başvurucuda gelişen bulguların enjeksiyon nöropatisi ile uyumlu olduğu, ancak tıbbi belgelerde enjeksiyonun yanlış uygulandığına dair kayıt bulunmadığı belirtilmiştir.
Ayrıca raporda; enjeksiyonun doğru bölgeye uygulanması durumlarında da ödem, hematom gibi kitle oluşturan nedenlerle veya difüzyon yoluyla ilacın sinire nüfuzu sonucu toksik etkiyle nöropatinin gelişebileceği, gelişen nöropatinin enjeksiyon uygulamalarının beklenebilir komplikasyonu olduğu vurgulanarak incelenen tıbbi müdahale açısından hizmet kusurunun bulunmadığı değerlendirmesine yer verilmiştir.
İLGİLİ HUKUK
Ulusal Hukuk
6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:
“İdari dava türleri şunlardır:
…
b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,
…”
Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında hasta hakları ve aydınlatılma yükümlülüğüne ilişkin mevzuata yer vermiştir (Ahmet Acartürk, B. No: 2013/2084, 15/10/2015, §§ 19-25; Emrah Egeç, B. No: 2015/9714,11/12/2018,§§ 16-19; Ü.B.K. B. No: 2015/2536,4/7/2019, §§ 22-25).
Ayrıca Anayasa Mahkemesi, yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı ya da yargı kararlarının geç veya eksik icra edildiği ya da hiç icra edilmediği iddiasıyla 31/7/2018 tarihinden önce gerçekleştirilen bireysel başvurulara ilişkin olarak Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığına (Tazminat Komisyonu) başvuru imkanının getirilmesine ilişkin mevzuata önceki içtihadında yer vermiştir (Ferat Yüksel, B. No: 2014/13828,12/9/2018, §§ 11-14).
Uluslararası Hukuk
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) “Özel ve aile hayatına saygı hakkı” kenar başlıklı 8. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.”
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerinin korunması, kendilerine uygulanan tedaviye dahil olmaları, bu hususta rıza göstermeleri ve maruz kaldıkları sağlık risklerini değerlendirmelerine yardımcı olan bilgilere erişimlerinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 8. maddesi kapsamı içerisinde yer aldığını kabul etmektedir (Trocellier v. Fransa (k.k.), B. No: 75725/01, 5/10/2006; İclal Karakoca ve Hüseyin Karakoca/Türkiye (k.k.), B. No: 46156/11,21/5/2013).
AİHM kararlarına göre devletler, ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin, sağlık hizmetlerini, hastaların yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüğünün korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Vo/Fransa [BD], 53924/00, 8/7/2004, § 90; Calvelli ve Ciglio/İtalya [BD], 32967/96,17/1/2002, § 51).
AİHM’e göre taraf devletler, uygulanması planlanan tıbbi işlemin öngörülebilir sonuçları hakkında doktorların hastalara önceden bilgi vermelerini sağlayacak gerekli düzenleyici tedbirleri almak zorundadır. Bunun bir sonucu olarak, hastanın önceden bilgilendirilmesi söz konusu olmadan öngörülebilir nitelikte bir riskin ortaya çıkması durumunda, ilgili devlet hastaya bilgi verilmemesinden doğrudan sorumlu tutulabilmektedir (Şerif Gecekuşu/Türkiye (k.k.), B. No: 28870/05, 25/5/2010).
Tıbbi bir hatanın ve hastane hizmetlerindeki eksikliklerin sorumluluğunun Sözleşme’nin 8. maddesi kapsamında doğrudan devlete aftedilmesi için yeterli olup olmaması hususunda AİHM, farklı tıbbi bilirkişi raporlarında ve hatta iç yargı organlarının kararlarında her türlü tıbbi hata ve ihmalin ihtimal dışı bırakıldığı bir davada (Yardımcı/Türkiye, B. No: 25266/05, 5/1/2010, § 59) her halükarda bu sonuçları sorgulamanın veya sahip olduğu tıbbi bilgilerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında tahminlere dayalı olarak fikir yürütmenin görevleri arasında olmadığına işaret etmiştir (Tysiac/Polonya, B. No: 5410/03, 20/3/2007, § 119, Yardımcı/Türkiye, § 59).
İNCELEME VE GEREKÇE
Mahkemenin 16/1/2020 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü
:
Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddiaBaşvurucuların İddialarıBaşvurucular, yargılamanın çok uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmişlerdir.
Değerlendirme
…
Kişinin Maddi ve Manevi Yarlığını Koruma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
Başvurucuların İddiaları
Birinci başvurucu; tıbbi hata sonucu küçük yaşta vücut bütünlüğünün bozulduğunu, sürekli bacağına takması gereken atel ile yaşamak zorunda kaldığını, oluşan sakatlığı nedeniyle hareket gerektiren meslekleri seçme şansının kalmadığını belirtmiştir.
Diğer başvurucular, çocuklarının küçük yaşta sakat kalması, hareket kabiliyetinin kısıtlanması nedeniyle on yıldır maddi ve manevi sıkıntı yaşadıklarını, tıbbi hatanın adli vaka gibi görünmesi nedeniyle özel tedavi kurumlarında çocuklarını tedavi ettiremediklerini, sürekli değiştirilmesi gereken atel ve ayakkabı ile yaptırılması gereken ilave tedavilerin masraflarını ödemek zorunda kaldıklarını belirtmişlerdir.
Başvurucular enjeksiyon yapılmadan önce riskler konusunda bilgilendirilmediklerini ve yazılı rızalarının alınmadığını, enjeksiyon sonrası ise derhal gerekli tıbbi müdahalenin yapılmadığını, hatalı tıbbi müdahalede idarenin kusurunun olduğu sabit olmasına rağmen, mahkemenin bilirkişi raporlarına itirazlarını gözetmeden, tanık dinlemeden eksik inceleme ile karar verdiğini, maddi ve manevi olarak zarara uğradıklarını, devletin pozitif yükümlülüklerini yerine getirmediğini iddia ederek kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
…
Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında, kasıt söz konusu olmaksızın hekim kusuru nedeniyle vücut bütünlüğünün zarar gördüğü şeklindeki tıbbi ihmale dair şikayetleri Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında incelemiştir (Melahat Sönmez, B. No: 2013/7528, 9/9/2015; Ahmet Sevim, B. No: 2013/474, 9/9/2015; Hilmi Düzgüner, B. No: 2014/9690, 11/5/2017).
Anılan kararlar doğrultusunda somut olayda başvurucuların tıbbi ihmale dayalı tüm şikayetlerinin Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında incelenmesi gerekmektedir.
Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, esas olarak bireylerin maddi ve manevi varlığına karşı devlet tarafından yapılabilecek keyfi müdahalelerin önlenmesidir. Bunun yanı sıra devletin tıbbi müdahaleler nedeniyle kişilerin maddi ve manevi varlığını etkili olarak koruma ve maddi ve manevi varlığına saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de bulunmaktadır (Ahmet Acartürk, B. No: 2013/2084, 15/10/2015, § 49). Nitekim Anayasa’nın 56. maddesinde de belirtildiği üzere pozitif yükümlülük, sağlık alanında yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır (İlker Başer ve diğerleri, B. No: 2013/1943, 9/9/2015, § 44).
Devlet, bireylerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlıklarını koruma hakkı kapsamında ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin sağlık hizmetlerini hastaların yaşamları ile maddi ve manevi varlıklarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Ahmet Acartürk, § 51).
İlke olarak tıbbi ihmallere ilişkin şikayetler konusunda temel başvuru yolu, hukuki sorumluluğu tespit adına takip edilecek olan hukuk veya idari tazminat davası yoludur (Nail Artuç, B. No: 2013/2839, 3/4/2014, § 38).
…
Diğer taraftan belirtmek gerekir ki olaylara ilişkin delillerin değerlendirilmesi öncelikle idari ve yargısal makamların ödevidir. Aynı şekilde başvuru dosyasında bulunan tıbbi bilgi ve belgelerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında fikir yürütmek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir (Mehmet Çolakoğlu, B. No: 2014/15355, 21/2/2018, § 47).
Ancak kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında yerine getirmek zorunda olduğu usul yükümlülüklerinin somut olayda yerine getirilip getirilmediğinin nesnel bir şekilde değerlendirilmesi için ilgili anayasal kurallar bağlamında derece mahkemelerinin kendilerine tanınmış takdir yetkileri çerçevesinde hareket edip etmediklerinin denetlenmesi gerekir.
Bu bağlamda müdahaleyi haklı göstermek için öne sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığı incelenmelidir (Murat Atılgan, B. No: 2013/9047, 7/5/2015 §44).
…
Tıbbi müdahaleden önce kişinin gerektiği şekilde bilgilendirilerek rızasının alınmaması, kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlaline sebep olabilir. İstisnai haller dışında tıbbi müdahale, ancak ilgili kişi bilgilendirilip rızası alındıktan sonra yapılabilir.
Hastaların durumun farkında olarak karar verebilmelerini sağlamak için uygulanması düşünülen tedavi ve bununla bağlantılı riskler hakkında kendilerine bilgi verilmiş olmalıdır.
Bunun yanı sıra yapılan bilgilendirme ile tıbbi müdahale arasında hastanın sağlıklı bir kanaate varmasını sağlayacak kadar uygun bir zaman aralığı bırakılmış olmalıdır (Ahmet Acartürk, § 56).
İlkelerin Olaya Uygulanması
…
Başvurucuların olaya dair şikayetlerinin özü, hatalı yapılan enjeksiyon nedeniyle vücut bütünlüğünün bozulmasına ilişkindir. Tam yargı davasında da anılan şikayet yönünden inceleme yapıldığı, başvurucuların hatalı enjeksiyon sonrası yeterli tedavi yapılmadığına ilişkin bir iddianın dava konusu edildiğine ilişkin bir belge sunmadıkları görülmüştür.
Öte yandan enjeksiyon yapıldıktan kısa bir süre sonra birinci başvurucunun şikayetlerine ilişkin muayenenin yapıldığı ve konulan teşhis doğrultusunda tedavisine başlandığı anlaşılmıştır.
Somut olayda tam yargı davasında ve ceza davasında hükme esas alınan bilirkişi raporlarında, tarafların iddiaları ile tıbbi belgelerin incelendiği ve enjeksiyonun tıp kurallarına uygun olarak doğru bölgeye yapıldığı, başvurucuda gelişen bulguların enjeksiyon nöropatisi ile uyumlu olduğu, tıbbi belgelerde enjeksiyonun yanlış uygulandığına dair kayıt bulunmadığı tespitlerine yer verildiği görülmüştür.
Raporlarda sonuç olarak, birinci başvurucuda gelişen rahatsızlığın enjeksiyon uygulamalarının beklenebilir komplikasyonu olduğu ifade edilmiştir.
Derece mahkemesi, olayda idarenin kusurunun bulunmadığı yönünde görüş bildiren ATK raporuna dayanarak davanın reddine karar vermiştir. Hükme esas alınan ATK raporunda tarafların iddialarının, kişi hakkında düzenlenen tıbbi belgelerdeki bulgular ve genel tıp kuralları gözetilerek değerlendirildiği görülmüştür.
Buna göre derece mahkemesince yapılan yargılamada ve uzman bilirkişi raporunda yeterli somut bulgu ve tespitlere yer verilerek başvurucuların iddialarının ayrıntılı bir biçimde tartışıldığı ve karşılandığı söylenebilir.
…
Diğer taraftan hukukumuzda hasta hakları, tıbbi işlemlerden önce kişilerin bu işlemler ve sonuçları hakkında aydınlatılması yükümlülüğü ve Sağlık Bakanlığının tıbbi hizmetler sunan kurumlar üzerindeki denetim görevi konusunda oldukça ayrıntılı ve yeterli düzenlemelerin mevcut olduğu anlaşılmaktadır (Ahmet Acartürk, § 66).
Ancak bu düzenlemelerin teorik olarak mevcut olması yeterli olmayıp Anayasa’nın 17. maddesindeki güvencelerin sağlanabilmesi için pratikte de etkin bir şekilde uygulanması gerekmektedir (Mehmet Çolakoğlu, § 49).
Somut olayda başvurucular, söz konusu tıbbi müdahaleden önce olası riskler hakkında bilgilendirilmediklerini ve gerektiği şekilde rızalarının alınmadığını ileri sürmüşlerdir. Başvurucuların söz konusu iddialarını temyiz dilekçesinde ileri sürdükleri, ancak temyiz merciinin kararında bu konuyla ilgili hiçbir gerekçeye yer verilmediği gözetildiğinde anılan iddianın yargılama makamları tarafından karşılanmadığı anlaşılmaktadır.
Bu durumda enjeksiyon sonucu oluşabilecek komplikasyon riski yönünden başvurucuların tıbbi müdahale yapılmadan bilgilendirilmesinin gerekip gerekmediğine ilişkin olarak yargılama sürecinde bir araştırma yapılmamış ve bu konu açıklığa kavuşturulamamıştır.
Diğer bir deyişle derece mahkemelerinin kararlarında, başvurucuların enjeksiyon yapılmadan önce yeterli bir biçimde aydınlatılıp aydınlatılmadığı ve rızalarının usulüne uygun olarak alınıp alınmadığı hususları tartışılmamıştır.
Sonuç olarak başvurucunun vücut bütünlüğüne yönelik tıbbi müdahale öncesinde tıp kurallarına göre öngörülebilir nitelikte komplikasyon ve riskler hakkında yeterli bir biçimde aydınlatılmadığı iddiası yönünden mahkeme kararlarında konuyla ilgili ve yeterli bir gerekçe ortaya konulmadığı anlaşılmaktadır.
Üstelik başvurucunun belirtilen iddia ve şikayetleri, yargılamanın sonucuna doğrudan etki edebilecek mahiyettedir. Dolayısıyla yargısal makamlarca bu değerlendirmelerin yapılmaması nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkı bakımından kamu makamlarının pozitif yükümlülüklerini yerine getirmedikleri kanaatine varılmıştır.
Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığının korunması hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
…
HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemiş olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
Kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
Kararın bir örneğinin tıbbi ihmal nedeniyle kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İzmir 4. İdare Mahkemesine (E.2007/913, K.2009/1401) GÖNDERİLMESİNE … karar verildi.
Bir Cevap Yazın