Son yıllarda tıbbi uygulama hataları ile ilgili iddialardaki artışın, tıbbın özelleşmiş bir alanı olan diş hekimliğinde de gözlenmesi kaçınılmaz. Ancak hemen bir önceki cümledeki “özelleşmiş” sözcüğüne odaklanmak gerekiyor, diş hekimliği her ne kadar tıp içinde bir alan olsa da mesleki faaliyetinin dinamikleri, genel tıbbın mesleki uygulamalardan biraz daha farklı. O halde öncelikle bu farkı anlamaya çalışmak, diş hekimliği uygulamalarındaki medikolegal sorunları anlamak için iyi bir başlangıç olabilir.
Diş hekimliği, tıpla birlikte cerrahlık, berber – cerrahlık, hatta nalbantlıkla benzer bir tarihsel ve felsefik geçmişi paylaşır. Diş hekimliğinin tarihten getirdiği bu özelliği, hastaların hem kendileri hem de diş hekimleri tarafından zaman zaman“müşteri” olarak algılanmalarına neden olur. Tedavi seçeneklerinin çeşitliliği ve hayatı tehdit eden durumların bulunmaması, diş hekimliğinde karar alma prosesinin ekonomik yönünü ön plana çıkarır. Hasta, sağlığıyla birlikte estetik ve teknoloji de satın alır. Tedaviye başlamadan önce seçeneklerinin ne olduğunu ve tedavinin mali tablosunu bilmek ister.
Doktor – hasta ilişkisi tıbbın doğası gereği asimetriktir, eşitlik kurulması zor olan bir ilişki biçimidir. Ancak bir o kadar da yaşamsaldır. Bu ilişkinin tarafları olan doktor ve hasta arasında var olan irade koyma eşitsizliği nedeniyle bu ilişkinin taşıdığı sorunlar çok çeşitli ve karmaşıktır. Cinsiyet, yaş, ırk, etnik kimlik, sosyo- ekonomik statü, genel sağlık sisteminin yapısı, karşılaşılan mekan gibi faktörler, doktor- hasta ilişkisinin biçimlenmesinde etkilidir. Tüm bu faktörlerin iç içe geçip asimetrik ilişkiler ürettiği yerde, doktor ve hasta arasında doğru ilişki kurulamaması, iletişim eksikliği sorununu ortaya çıkarmaktadır.
Gerek genel tıbbi uygulamalarda gerekse diş hekimliği uygulamalarında erkek hekimlerin, tıbbi uygulama hatası iddasıyla daha çok karşılaştığı yapılan birçok çalışmada gösterilmiştir. Bu bulgu elbette ki şikayete konu olan hekimlerin yetersiz hekimlik uygulamalarıyla ilgili değildir ki bu çalışmalar hekim ve diş hekimlerinin kusurlu bulunup ceza aldıkları durumlarda cinsiyetleri arasında anlamlı bir farkı ortaya koymaz. O halde şikayet edilen hekimlerin cinsiyetleri arasındaki bu dikkat çekici fark kadın hekimlerin iletişim becerilerinin daha gelişmiş olmasıyla ilgili olabilir mi?
Diş hekimliği uygulamaları hastanın da bilinçli bir şekilde tedaviye katılması ve gözlemlemesi, ağrı duyma kaygısı ya da geçmişinden getirdiği öğrenilmiş davranış kalıpları ve önyargıları nedeniyle, hastaların anksiyeteye varan yoğun kaygı düzeyleriyle beraber diş hekimine gitmelerine neden olur. Bu özel kaygı hatta “dental anksiyete” denebilecek klinik tablo sağlıklı iletişim gerekliliğini daha da vazgeçilmez kılar.
Karakter özellikleri, doğrudan veya dolaylı şartlanma, aile, toplum, medya ve çevresel faktörler, kontrol kaybı duygusu, tedavi işlemleri hakkındaki belirsizlikler, hekimin yabancı bir insan olma düşüncesi dental anksiyete etiyolojisinde yer alır. Yüksek korku seviyesine sahip bu hastalar tedavilerini erteleme eğilimindedirler ve tedavi sırasında uyumsuz bir hasta profili sergilerler.
Davranış bilimci Pease’e göre; kişinin 15-46 cm çevresi mahrem alanıdır ve ancak yeterli güveni hissettiği kişilerin bu alana girmesine izin verir. Kişinin bu mahrem alanında çalışan diş hekiminin her davranışının, pozitif bir iletişimin ve başarılı bir tedavinin ön koşulu olduğu kabul edilir.
Diş hekimleri iletişimi etkin olarak başlatan taraf olmalıdır. Diş hekimi ile hastanın ilk karşılaşmasında, ne söylendiği ve ne yapıldığının sonuç üzerine etkisi vardır. Hastayı selamlayarak tedaviye başlamak etik açıdan doğru bir diş hekimi – hasta ilişkisinin ilk ve temel şartıdır. Özellikle kaygı seviyesi yüksek hastalarda, diş hekimi ile konuşmak oldukça cesaret vericidir. Soruları içtenlikle cevaplandırarak hastalarla sohbeti devam ettirmek, hastanın önceden kurguladığı bazı yanlış düşünce ve korkuları giderebilir. Hastalara muayene sırasında tedavi protokolü ve beklentilerinin ne ölçüde karşılanacağı anlatılmalıdır.
Diş hekimliği uygulamaları doğaları gereği uzun süreli tedaviler olabilmektedir. Hastalar tedavinin seyrinin ne olacağı, komplikasyonları, yan etkileri ve ne ile karşılaşacaklarını bilmediklerinden dolayı, tedavi süresinin uzaması sonucunda tahammülsüzlükleri artmakta ve şikayet yolunu seçebilmektedir. Bu sorun hem yasal hem de etik bir gereklilik olan hastanın doğru şekilde aydınlatılması ve onamının alınması ile aşılabilir. Diş hekimleri bu konuda hassas olmalı, aydınlatılmış onam alınmasını hastadan imzalanmış bir belge elde etmenin ötesinde algılamalı, süreci hastaya sorularını sorabilmesi ve uygulanacak tedaviyi anlayabilmesi için yeterli zaman tanıma şeklinde yürütmelidir.
Diş hekimliği uygulamalarının ücretlendirilmesi şikayetleri oluşturan süreçte etkilidir. Biraz önce de bahsedildiği gibi uygulamanın büyük bir kısmını oldukça kırılgan bir pazar ve stresli bir çalışma şekline sahip olan ticari işletme kısmı oluşturmaktadır. Bu durumda mesleği yönlendiren kurallar sadece tıbbi ya da sadece ticari kararlar olmayacaktır. Diş hekimi, hem bir hekim hem de bir iş adamı gibi davranırken çıkabilecek tüm olası sorunları önceden görebilmeli, uygulamalarında her evreyi buna göre planlamalıdır. Çünkü diş hekimliğinde en çok sorun yaşanma olasılığı olan konu işin finansal kısmıdır.
Diş hekimliğinde en sık şikayet konusu olan uygulama protetik tedavilerdir. Protetik uygulamalarla ilgili şikayetlerin, tüm şikayetlerin büyük bir çoğunluğunu oluşturmasının en önemli nedeni hastaların beğeni problemidir. Ancak bu problem birçok açıdan çözülmesi zor bir konudur. Beğeni, her zaman estetikte bir sorun olarak kendini göstermiştir. Beğeni, genel olarak “güzeli değerlendirme yetisi” olarak tanımlanabilir. Estetik yargılar, insan hayatında daha çocukluktan başlayarak oluşur ve tekrarlanır. Fakat beğeni ile ilgili yargıların yapısı incelendiğinde ve bilgi ile ilgili yargılarla karşılaştırıldıklarında bir kendine özgülüğün bulunduğu kolayca görülür. Konu estetik kuramı içinde tartışılırken, beğeni yargılarının herkes için genel geçer olduğu ve beğeninin relativ olduğu sonucuna varılmış, bu sonuç skolastikten gelen “De gustibus non est disputandum” (Beğeniler üzerine tartışılmaz) ifadesinde somutlaşmıştır. Diş hekimleri hastaların, tedaviden beklentilerini iyi anlamalı ve özellikle gerçek dışı estetik beklentiler konusunda tedaviye başlamadan hastalarını uyarmalıdır.
Diş hekimlerinin hem mesleki uygulamalarını hem de özel yaşamlarını olumsuz etkileyen tıbbi uygulama hatası iddiaları ile karşılaşmamaları, yasal sorumluluklarını bilmeleri ile yakından ilgilidir. Yanı sıra, tıbbi uygulama hatası iddiası, idari soruşturma ve/veya davaya dönüşmüş iddialar karşısında diş hekimlerinin karşılaştıkları bu süreçleri sağlıklı bir şekilde yönetebilmeleri gerekir.
Tüm meslektaşlarımın ve tüm hastalarımızın 18-24 Kasım Toplam Ağız ve Diş Sağlığı Haftası ile 22 Kasım Dünya Diş hekimleri Günü’nü kutluyorum. Sağlıklı bir ağız ve diş sağlığının genel sağlığın ön şartı olduğunu da hatırlatarak…
Dr Anıl Özgüç
Bir Cevap Yazın